1977’de trafik kazasında bel kemiğim kırıldığı için dokuz ay yattık. Doktorlar bel kemiği üzerinde duruyorlardı. Evde yatarken genç doktor arkadaşlar “Yâ Ömer Ağabey seni muayeneye hep hocalarımız geliyor, bizim konuşmamız ayıp olur genç doktorlar olarak. Ama hep belin üzerinde duruyorlar, hâlbuki kaburgalar kırılmış, ciğere batmış. Bu ciğer birkaç sene sonra problem çıkarır.” demişlerdi. Hakîkaten ismini şu an hatırlamadığım arkadaşların dediği gibi oldu. Üç sene sonra ciğerlerden kan tükürür olduk. Onun üzerine Hazret “İstanbul’a tedâvîye gidin.” demişlerdi.
İstanbul Üniversitesi, Çapa Tıp Fakültesinde, Prof. Kuddusi Gazioğlu için akciğer konusunda Türkiye’de bir numara diyorlardı. Bu konuda Amerika’da derse de gidiyormuş, neşriyatı da varmış.
Hoca’ya Doktor Yusuf Akkaya ile gittik. Hoca muayene ettikten sonra (Daha o zaman ismi duyulmamıştı.) “akciğer tümörü” teşhisini koydu. “Bronkoskopi, ondan sonra da ameliyata almamız lazım (Parça alacak ciğerden, tahlil edecek, sonra da ameliyat edecek!)” dedi. Yusuf ile özel görüşmek için beni de dışarı çıkardı. Yusuf’a “Ağabeyin hastalığı çok mühim, hayâtî tehlikesi var sakın ihmal etmeyin vs.” diye sıkı sıkı tembih etmiş ardından hastaneden ayrıldık.
O gün akşam eve geldim. Hazret, Medîne-i Münevvere’den evdekilere telefon açtırıyor. Hazret’in “Ömer Öztürk’e selâmımı söyleyin inşâallah şifâ âyetlerine devâm etsin.” dediğini naklediyorlar.
Tamam, o zaman anlaşıldı, Hazret böyle dedikten sonra yapılacak iş belli olmuş oldu. “Bronkoskopin de ameliyatın da senin olsun.”
Şifâ âyetlerine devam ettik. Bronkoskopi de olmadım, ameliyat da olmadım. O arada da beni İstanbul Çapa Tıp Fakültesinde Doç. Dr. Tuğrul Bey’e yönlendirdiler. Bize altı sene fuzûlî yere ilaç içirdi.
Bu altı seneden sonra yine GATA’da Albay Prof. Yücel Bey’e muayene olduk. Yücel Bey “Yâ Ömer Bey bizim Tuğrul çok iyi doktordur. Benim sınıf arkadaşımdır. Tuğrul bir bavul ilacı boşuna içirmiş. Niye içtin sen bu ilaçları?”dedi
“Nasîbimizmiş ne yapalım?” dedim. Tabi altı sene boyunca içtiğim ilaçlar kortizonlu olduğu için ilaçları bırakınca 20 kilo birden fark etti. O hastalık sırasında 63–65 kiloya düşmüştüm. İlaçları bırakınca 20-25 kilo aldım.
Yücel Bey en son “Yâ Ömer bak bir şey kalmamış. Bak şu çay bardağı var ya. Kanaman şu çay bardağını doldurursa o zaman doktora mürâcaat et. Eğer çay bardağını doldurmazsa kanı görmedim de, öksürmemden oluyor de boş ver ve buna da alış.” dedi.
Yücel Bey’in bu sözü ile ilacı da bıraktım, 23 sene, Kuddusi Bey’in söylediği tarihten sonra 29 sene geçmiş. 1980 senesi idi. “A tümör var, kanser var, ölür, şu kadar ömrün kaldı.” diyorlardı, bir şey olmadı elhamdülillah. Hastalıktan ötürü telaşlanmamak lâzım. Allah ü Te’âlâ devâsız dert vermemiştir. Her derdin bir devâsı var. Hastalığı veren zât şifâyı da veriyor. Onu bulmak lâzım. Cenâb-ı Hakk’tan her zaman ümitvar olmak lazım. Allah’tan ümitli olduğumuz müddetçe Cenâb-ı Hakk’ın yardımı sizinle beraberdir. Allah’a cân u gönülden ümitle bağlanıp istirham edelim, duâ edelim.
Kaynak: Ma‘nevî Evlâdı Ömer Muhammed Öztürk’ün Sohbetleri