k yetiştirmeye vesîle olursunuz.” demişlerdi.
Fakir ile ilgili kendilerine sordum: “Efendim siz bana, İslâm gençliği yetiştirmek için hayırlara vesîle olursunuz; git, başla buyurdunuz. Başımın üstünde yeri var, bana bir şey demek düşmez ama Talebe Birliği siyâsî bir yer. Siyâset de yalanla daima iç içe. Ben sizden ne öğrendim? Çok şeyler öğrendim. Ama bir tanesine çok dikkat ediyorum; her hususta onu tatbik etmeye çalışıyorum. O da: “Mutlaka dürüst olmak, kesinlikle yalan söylememek.”
Efendi Hazretleri aynen buyurdular ki: “Dürüstlük en büyük siyâsettir. Yalan söylememek şartıyla, bu dürüstlüğe devam etmek şartıyla ağzınıza geldiği gibi konuşursunuz. Allah muvaffak etsin” Hakîkaten de söyledikleri gibi oldu. Ağzıma ne geldiyse dürüstlükten taviz vermeden konuştum. Böylece MTTB başkanlığı gerçekleşmiş oldu.
KİŞİ KENDİ AĞIRLIĞINI BİLMELİ
Ben Talebe Birliğinin işleri için Ankara’ya devlet büyükleri ile çeşitli temaslar yapmaya giderken, arkadaşlar alışsınlar, benden sonra da bu temaslara devam etsinler diye her seferinde farklı birini götürüyor idim.
Talebe Birliğinin eski başkanlarından (ismi lazım değil), şimdi Talebe Birliğinde şöyle yaptım, böyle yaptım diyerek mangalda kül bırakmıyor, başkanlığı sırasında Ulaştırma Bakanı ile randevusu olduğu hâlde Ankara’da 11 gün beklemesine rağmen görüşemeden geri gelmişti. Allah’a şükür görüşmek isteyip de görüşemediğimiz kimse olmadı, Başbakanla bile hem de kapısında hiç beklemeden görüşüyordum.
Bir sefer Cumhurbaşkanlığı’nın resepsiyonu olmuştu. Bütün devlet erkânı orada idi. Randevu alma ihtiyacı olmadan, kimleri istersen bulup görüşebiliyorsun. O resepsiyona, kimya mühendisi olan bizim eski arkadaşlardan Orhan Yentürk’ü götürmüştüm. Çeşitli bakanlıklardan birçok bakanla görüşmelerde bulunduk. Döndüğümüz zaman Orhan dedi ki, “Yahu Ömer Ağabey’le gidince ben zannettim ki devlet erkânı konuşacak (başbakanı, bakanları, mebusları vb.) biz de dinleyeceğiz.Kimin yanına gittiysek, Ömer Abi konuştu, onlar dinledi.”
Esas mesele kişinin kendi ağırlığını bilmesi, onların da bizim gibi bir insan olduğu ve bize ne gibi ihtiyaçları olduğunu bilmek. O zamanlarda talebe meselesi mühim bir hadise idi. 1968’de kavgaların, döğüşlerin çok fazla olduğu, dünyada talebe hareketlerinin çok ileri olduğu bir dönemdi. Siyasilerin talebe temsilcilerini kazanma hedefi vardı. İşte onların da bizim gibi birer insan olduğu ve bizlere nasıl ihtiyaçları olduğu bilinir ve ona göre de hareket edilirse Allah’ın izniyle muvaffakiyet nasîb ve müyesser olur.
RIFKI DANIŞMAN’IN BİR GÜNDE TELEFON BAĞLATMASI
Talebe Birliğinden kalma hatıra çok; bunlardan birkaçını zikredelim.
Meşhur Zuhuri Danışman var, onun oğlu Rıfkı Danışman ulaştırma bakanı idi. Biz Talebe Birliği olarak Çanakkale’ye 18 Mart törenlerine gitmek için gemi istemiştik. O sene gemi vermediler. Bunun üzerine Ulaştırma Bakanı Rıfkı Bey’le görüşmeye gittim.
Başbakanlık binasında (eski başbakanlık binası) bakanlar kurulu salonu ile başbakanlık karşı karşıya idi. O arada Rıfkı Danışman ile konuşuyoruz. 12 Mart İhtilali olmuş; o hükümetin Ulaştırma Bakanı.
Orada, “Ayıp ettiniz, bize gemiyi vermediniz!” diye Ulaştırma Bakanı Rıfkı Danışman’a bağırıp çağırıyorum.
“Evlâdım, askerler vermedi.” diyor.
Ben bir daha aynı şeyi söyleyince o yine:
“Evlâdım, askerler gemiyi vermedi. Ezan okuyormuşsunuz. ‘Şimdi gemilerde ezan okuyacak bunlar, onun için gemi veremeyiz!’ diyor askerler. Benim yapacağım bir şey yok. Başka bir şey varsa söyle yapayım.” dedi.
Ben orada bağırıp çağırırken bir ses duydum: Bana “Yavaş konuş bağırma!” diyordu. Tanıdığım biri bu ama Allah Allah hiç kimse de yok. Korumalar var, polisler var. İçeride bakanlar kurulu toplantısı var. Rıfkı Bey de içeri girecek. Yine sesimi böyle yüksek tutunca bir daha böyle, “Yavaş konuş bağırma!” diye ses duydum.
Demek ki Hz. Sâmî (k.s.) Erenköy’den oturduğu yerden, “Bağırma yavaş konuş!”diyordu.
Nebî (s.a.v.) Efendimiz “Latîfe ediniz!” diyor. O’na uyarak Necip Fazıl’ın bir hikâyesini anlatayım:
Bir adamın oğlu evindeki eşyaları çalıp, götürüp satıyormuş. Babası demiş ki: “Ey oğlum! Beni dışarıya rezil ediyorsun. Varlık sahibi bir adamım. Neden eşyaları çalıp satıyorsun. Bari çalacaksan, satacağın eşyayı bana sat da dışarıda rezil olmayayım.” Çocuk hemen bastığı halıyı göstererek “Şuna ne verirsin baba” demiş. Demek o halıyı gözüne kestirmiş, götürecek ki “Baba şu halıya ne verirsin?” diyor.
Şimdi benimki de o hesaba döndü. Rıfkı Bey’e bir taraftan bağırırken, “Yapabileceğim bir şey var mı?” dediğinde, Necip Fazıl’ın tabiriyle “volfast” yapıp, yüksek perdeden alçak perdeye geçerek “O zaman telefon bağlat dedim.” Çünkü bizim diğer telefonların hepsi hacizli idi, zorla açtırıp kullanıyorduk. O zamanlar yeni telefon bağlatmak çok zor işti. Şöyle ki 1958’de müracaat ettiğimiz telefon 1974’te, yani 16 sene sonra bağlandı. Rıfkı Bey’in bağlattırdığı telefon 263003’tü, sonra 5263003 oldu. Hâlen var bu telefon vakıfta. Adam hemen talimat verdi: “Hemen bugün telefon bağlansın, Ömer Bey bugün konuşacak!” diye. Hakîkaten o akşam da telefonla konuştuk.
Allah şefaatine nail etsin. Elhamdülillah bütün bu işler Hazret-i Sâmî’nin himmet ve kontrolünde oldu. Birleşmiş Milletler binasındaki ezan işi de bunun gibidir. Diğer birçok işler de bunun gibidir.
SÜLEYMAN DEMİREL İLE GÖRÜŞME
Demirel’i o zaman 12 Mart 1971 Muhtırası’yla düşürmüşlerdi. Önce Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu hükümet kurdular. Seçim yapıldı ondan sonra Ecevit ile Necmeddin Bey geldiler. Demirel o sırada evinde göz hapsinde, girip çıkması kontrol ile oluyor.
Osman Çataklı İstanbul Teknik Üniversitesinden Süleyman Demirel’in sınıf arkadaşı idi. Süleyman Demirel ile arkadaşlıkları da devam ediyor. Osman Çataklı ona “ağa, ağa” derdi başbakan iken. Kardeşi Hacı Ali Demirel ve Osman Çataklı, her ikisi de onunla görüşmem için ısrar ediyorlar, sürekli arıyorlardı. Osman Çataklı (ki benim Talebe Birliği Başkanı olmam için Efendi Hazretleri’yle konuşan kişiydi.) “Ömerciğim illa “Ağa” seninle görüşmek istiyor, diyordu. ” Öyle ettiler, böyle ettiler, beni o Güniz Sokak’taki meşhur eve götürdüler. Gece saat on ikide gittim, saat dörtte çıktım. Dört saat oturdum kendisiyle.
Benim bir âdetim vardı o zaman, kendimi daha ötedeki durumlara hazırlamak için görüşmelerden sonra, görüşmeyi değerlendirirdim. Ne konuştuk, o ne söyledi, ben ne söyledim, şu anda gönlüm mutmain mi, söylediklerimde eksik olan bir şey var mı? (Başka bir konuşmada tamamlayacağım o eksiği!)
Ulus’ta Taç Otel vardı, Ali Bey diye bir adamcağızın oteli. İçki olmadığı için orada kalıyordum. Oturdum kendi kendime yahu biz bu adamla dört saat konuştuk. Yanımızda hiç kimse de yoktu Allah’tan başka, konuşmayı duyan da olmadı (Tabi dinleme cihazları vardı yoktu onu bilemem.) Peki, bu adam beni bir şey için çağırdı. Ne söyledi bana burada, ne anlattı bana? Çıkardığım iki şey: O diyor ki: Her hususta mutabıkız, iki şey hariç: Bir, senin hayatının tek gayesi İslâm’ı yaşamak; bizim hayatımızın gayesi bu değil. Ha buldum, benimle ne sebeple konuşmak istiyormuş. Evinde göz hapsinde olduğu için kimse ile görüşemiyor. Yaptığı araştırmaya göre de bu Ömer her tarafa giriyor, çıkıyor. Askerin her kademesi ile arası iyi.
GENELKURMAY BAŞKANI SEMİH SANCAR İLE GÖRÜŞMELERİ
O zaman Semih Sancar Genelkurmay Başkanı idi. Semih Sancar’ın baldızı, yani hanımının kız kardeşi, benim liseden arkadaşımın annesi idi. İhtilal sırasında adamdan randevu istersen alamazsın, asla da görüşemezsin.
Arkadaşımın annesinin yanına gittik. Genelkurmay Başkanı’ndan randevu alması için ablasına telefon açtı. “Abla bak bizim oğlanın okuldan arkadaşı olan sevdiğim bir çocuğu gönderiyorum. Bunu paşa ile görüştüreceksin.” dedi. Paşa’nın evine gittik. Hanımı’na derdimizi anlattık. Hanım’ı Paşa’ya telefon açtı, aynen şunları söyledi “Semih! Bizim yeğenin okuldan arkadaşı, sevdiğim bir çocuğu sana gönderiyorum. Kapıda falan bekletmeyesin. Çocuğun işini görürsün, tamam mı?” dedi ve telefonu kapattı. Bana da “Tamam oğlum, sen şimdi git. Seni bekliyor. Seni Paşa ile görüştürecekler.” dedi. Ben Genelkurmay Başkanlığına kaç defa girdim, çıktım. Randevunuz olduğu hâlde nüfus cüzdanı bırakırsınız. Aşağıdan yukarıya kadar kaç defa sorgudan geçersiniz. Daha neler neler…
Oraya gidince kapıdaki merasim askerinden başlayarak “Sen Ömer Öztürk müsün?” dediler. Ta aşağı kapıya haber vermiş. Yukarıya kadar ne bir kimse nüfus kâğıdı sordu ne de başka bir şey. Yukarı çıktım emir subayı “Komutanımızın bir görüşmesi var sonra sizi içeri alacağız.” dedi. Böylece görüştüm, işimi de hâlletti.
İşte bunları takip ettiği için, Demirel’in yaptığı kurnazlık ne? “Bu Ömer hoşlanmasa da benim ne olduğumu ve neye düşman olduğumu bu askerlere söyler.” Hakikaten ben bunu tespit ettiğim hâlde, tespit etmeden söylesem de olabilir insanlık hâli, her şey olabilir, işime öyle geldiği için çok yerde de söyledim ve böylece adamın planı tutmuş oldu.
O zaman Nurcular çok büyük bir propaganda yapıyorlardı. İslâmköy’den geldi İslâm’ı getirecek vs. edecek diye… Yine Mehmet Kutlular (Yeni Asya grubu) onun arkasındaydı.
Buradan tafsilat vermemizin faydası şu olabilir: O tip bir dönemde bütün toplantıların hepsi izin ile yapılmak durumundaydı. Sıkıyönetim’den izin alınıyordu. Her toplantı için aylık bir liste veriyorduk, Faik Paşa’ya tasdik ettiriyordum. Bugünkü serbest şartlarda neler neler yapılabilir.
Bu toplantıların ne faydası oluyor? Mesela bir okulda on üç kişi bulamazken dört yüz kişi bulduk. Okulun önüne seçim sandığı koyarak üç-dört yerde seçim kazandık. Bizim için düşünülecek bir şey değildi. Adımız “Ecmaînler”di. Okullarda kızlar mızlar hep “Ecmaînler”e vereceksiniz diyorlardı. Sebebi de “Bunlar okulu açık tutuyorlar. Böylece eğitim devam ediyor.”
Kaynak: Ma‘nevî Evlâdı Ömer Muhammed Öztürk’ün Sohbetleri