1397 [M.1977] Haccı’na Refik Tayla ve eski ortağımla beraber benim arabamla gittik. Dönüş yolunda saat gece 24.00’te Suudi Arabistan sınırını geçtik. Arkadaşlara dedim ki “Şurada duralım, yemeğimizi yiyelim, istirahatımızı yapalım ondan sonra yola devam ederiz.”
Gençliğin de verdiği heyecan ve enerji ile “Abi yolcu yolunda gerek yola devam edelim.” dediler. Böylece yola devam ettik. Arabayı Refik kullanıyordu. Refik “Abi siz çok yoruldunuz uzun süredir de uyumadınız. Arka koltukta biraz istirahat edin.” dedi.
Ben de “(Tabii şoför zaten uyumayacak!) Eğer şoförün yanında oturan uyumazsa olabilir.” dedim ve arka koltuğa geçtim. Ben uyuyunca önce şoförün yanındaki uyumuş biraz sonrada şoför uyumuş ve Ürdün’ün başkenti Amman’a 60 km. kala gece yarısı saat 3.00 sularında araba 4-5 takla atmış. Ben arka koltuk ile ön koltuk arasında ayağımızı bastığımız yere sıkışmışım. Diğer iki arkadaş kapılardan çıkmışlar. Benim sıkıştığımı görünce telaş ile arka camı kırıp, beni sıkıştığım yerden zorla çıkardılar. Çıkartırken de vücudumda bayağı hasar oluştu. Sağ ve sol tarafımda yırtılmalar, kanamalar, kırılmalar olmuş. Bu vaziyette beni dışarı çıkarıp kumların üzerine yatırdılar. Orada söylediğim sözü yanımdakiler de hatırlar ben de hatırlarım: “Ya Rabbi bütün kader kaza senin takdîrindir. Senden gelene râzıyım bu kaza senden gelmiştir. Aramıza şeytanı sokma.” demiştim. Kaza geçirdiğimizde ben 30 yaşlarında idim. Kazada yanımda bulunanlardan diğer ikisi benden daha gençti. Biri benden 12 yaş diğeri ise 9 yaş küçüktü.
Kaza yaptığımızda arabayı kullanan Refik Tayla’nın endişeli ve üzüntülü halini görünce ki onlar “Abi sana bir şey olursa, Allah korusun sen ölürsen biz ne yaparız?” diyorlardı. Yine aynı lâfızla Refik’e de “Sakın aramıza şeytanı sokma. Kaza ve kader Allah’ın elinde, Allah’tan gelen her şeye râzıyım.” diyerek onları teskin etmeye çalıştım.
( Kazada arabayı kullanan Refik Tayla diyor ki: “Ömer Ağabey gece yarısı, o yaralı hâlinde abdest aldı, dört rek’at, hem de oturmadan teheccüd namazını kıldı. Ömer Ağabey’e o zaman demiştim ki, “Abi ne olur bu farz namaz değil, sünnet olan bir namaz, günahı, vebali benim olsun yat, kılma namazı!” ama o yine kılmıştı.” )
Orada kanlar içerisinde yatarken bu hâlimizi gören bir kamyon durdu ve bizi kasasına aldı. Hastaneye giderken bu hâlimizi gören polis kamyonu durdurdu. Bizi kamyon kasasından indirdi kendi arabasına aldı, süratle Amman’da hastaneye götürdü. Hastaneye girdiğimizde vakit gece yarısını geçmişti, sabaha yakın bir saatti. Hastanede nöbetçi bulunan pratisyen hekimler filmler çektiler. Filmlerde bel kemiği kaburgalar ve daha bir sürü yerin kırıldığı görülüyordu. Pratisyen hekimler filmleri uzman hekime götürüp gösterdiler.
Uzman hekim filmlere bakınca, “Bu hasta hastaneye nasıl gelebilmiş? ” diye sormuş.
Pratisyen hekim, “İki arkadaşının omuzlarına tutunarak ayakta geldi!” deyince, Uzman hekim: “Yâhu o şekilde hastaneye geliyorsa bu filmlerin hepsi yanlış bu kırıkların sahibi yerinden kalkamaz. İsterse gitsin, isterse sabaha kalsın!” dedi.
Bunun üzerine biz oradan bir kamyon tuttuk. Bizim kaza yapan arabayı kamyona yükledik. Bizi de şoför mahalline yatırdılar. Öylece oradan yola çıktık, gece Suriye hududuna geldik. Hudutta rüşvet istediler, vermedik ve sabaha kadar orada yattık. Sabah olunca bizden rüşvet isteyen memur gitti. Yerine gelen diğer memur işlemlerimizi yaptı ve bizi Suriye hududundan geçirdi.
Türkiye girişine geldik. Kamyon Ürdün plakalı, üzerindeki araba Türk plakalı diye bizi içeriye almadılar ve 1000 lira rüşvet istediler, vermedik. Bunun üzerine Hatay Reyhanlı’dan bir kamyon bulup getirdik. Biz kamyonu getirirken bizim Ürdünlü Arap şoför “Bunlar rüşvet vermeyecek!” diyerek tutmuş rüşveti kendi vermiş, kamyonu gümrükten çıkarmış. Bizim şoförlüğümüzü yapan o adam: “Yâhu adamın beli kırık, kanlar içerisinde olmasına rağmen abdest alıyor değil farz namazı, teheccüd namazını bile kılıyor. Biz ne biçim Müslümanız!” diyerek sevincinden, memnuniyetinden ağlıyor ve namaza başlıyor. Elhamdülillah. Daha sonra bir umre esnasında karşılaştık onunla…
Oradan Adana’ya geldik. Otomobili oraya bıraktık, bizi de uçağa bindirdiler İstanbul’a geldik.
Tabi bütün bu yolculuk safahatında arızalar iyice arttı. Doktor arkadaşlar eğer “Ürdün’deki doktorlar seni bırakmasa idiler çok daha hafif atlatırdınız dokuz ay değil, birkaç ay yatarak kurtulabilirdiniz.” demişlerdi. Kazanın tesiri iyice arttı ve iş çok büyüdü böyle olunca…
İstanbul’da uçaktan inip eve gittim.
Bu arada Efendi Hazretleri’nin torunu Mahmûd kardeşimiz :
“Dede, Ömer Abi cuma namazına sizinle beraber gitmek için çok çalıştı, ama gelemedi.” deyince Hz. Sâmî (k.s.) Efendimiz: “Biz Ömer Öztürk ile değil de kiminle beraberdik?”buyurmuşlar. Allah şefaatlerine nâil eylesin.
Evde iken Efendi Hazretleri, fakiri refikleri (yol arkadaşları) ile beraber huzurlarına çağırdı. Yol arkadaşlarımla beraber kayınbiraderim Dursun Topçu’yu da yanımıza alarak huzurlarına gittik. İçeriye girince Hz. Sâmî (k.s.) Efendimiz bizi ayakta karşıladılar ve önce fakiri karşılarındaki tahta sandalyeye oturttular sonra, kendileri yerlerine oturarak mübârek elleriyle fakiri işaret edip “Rızâ makâmına ermek kolay mı? Rızâ makamına ermek kolay mı? Daha senin ileride yapacağın çok işlerin var, vazîfeler var.” diyerek başlayan 65 dakika süren sohbette Seyr-i Sülûk’u anlattılar. O celsede Efendi Hazretleri bu üç kişiye de (Ortağım, Refik Tayla ve Dursun Topçu’ya da) ders verdiler. Hayatta iken ders verdikleri son iki kişi onlar olmuşlardır.
Kazadan hemen sonra kumların üzerinde yatarken “Yâ Rabbi! Kaza, kader senin elindedir. Ben şu kazadan ötürü senden râzıyım. Aramıza şeytanı sokma!” diye duâ ediyordum. Efendi Hazretleri de oradaki duâya atıf yaparak bunu söylüyor, yani “Kumların üzerinde yatarken sen söylüyordun, biz de buradan tabiri caiz ise, televizyon ekranından takip ediyorduk.” diyordu. Elhamdülillah Hazret’in himmeti her zaman olduğu gibi trafik kazasında da üzerimizde idi. Efendi Hazretleri’nin evine gittiğimde çok perişan vaziyette idim. Elhamdülillah orada Hazret’in manevi tedâvîsi ile, çok perişan olan o hâlim, düzeldi ve Hazret’in duâsı bereketi ile daha sonraki tedâvîlerim de gerçekleşmiş oldu. Hazret’in yanından çıkınca yanımda bulunan arkadaşlara: “Siz kazadan sonra, Abi sana bir şey olursa, Allah korusun sen ölürsen, biz ne yaparız? diyordunuz. Hazret, “Daha senin ileride yapacak çok işin var, vazîfelerin var.” diyerek size de cevap vermiş oldu.” dedim. Allah şefaatlerine nâil eylesin, yollarından ayırmasın. (Âmin)
Kaynak: Ma‘nevî Evlâdı Ömer Muhammed Öztürk’ün Sohbetleri