MANEVİ HALLER
Tasavvuf ıstılahında keramet; îmân ve amel-i salih sahibi bir kişide meydana gelen harikulâde hâldir. Keramet, Cenâb-ı Hakk’ın veli kuluna bir ikramıdır ve iki kısımdır:
- Manevi ve hakiki keramet ki bunlar; ilimde, irfanda, ahlakta, ibadette, taatte, amelde, edepte, insanlıkta ve adamlıkta gösterilen üstün meziyetler, hasletler ve faziletlerdir. Kısacası en büyük keramet, kişinin kötü huyları bırakıp iyi ve güzel ahlak sahibi olmasıdır.
- Kevnî ve surî keramet. Buna âfâkî keramet de denir. Meselâ uzun mesafeyi bir anda almak, az bir gıdayı çoğaltmak, su üzerinde yürümek gibi…
Nakşibendî ricali bu çeşit kerametlere ehemmiyet vermez; bunu,“Çocukları eğlendiren oyuncaklara” benzetirler.[1]
Bu mânâda ömürleri boyunca manevi keramete talip olan Muhterem Ömer Öztürk, maddi keramet izharından umumiyetle kaçınmışlardır. Buna rağmen ortaya çıkan bazı fevkalade hâlleri şöyle zikredilebilir:
ZÂHİRÎ VE BÂTINÎ FEYZ KAYNAKLARI
Hz. Sâmi’den (k.s.) Başka İstifâde Ettiği Âlimler
Kendisine sorulan soru üzerine Muhterem Ömer Öztürk istifade ettikleri âlimleri şöyle anlatmıştır:
“Burada iddia olmamak üzere bir düstur zikredeceğim. Nebi (s.a.v.):
‘Kim bildiklerinin mucibince amel ederse, Allah ona bilmediklerini öğretir’ buyuruyor. Yani burada en mühim düstur; hepimizin yapacağı, bildiklerimizin mucibince hakkıyla amel edersek Allah bilmediğimizi öğretiyor. Burada esas mesele bu. Biz bunda ne kadar muvaffak olduk veya oluyoruz, onu sadece Allah Azîmü’ş-şan bilir. O hususta bir şey demek bana da yakışmaz. İstifade ettiğim kişilerden aklıma gelenler şunlardır:
Birincisi Hasan Efendi amca, Hacı Hasan Akbaşgil; Adana’dan Efendi hazretlerinin hakiki halifesi; Sâmi Efendi hazretleri başka hiç kimseye el yazısı ile yazıp hilâfet vermemiştir.
SALİH RÜYALARLA GELEN TEBŞİRAT
Sâf ihvandan Murat Ercan rüyasını anlatıyor:
“Rüyamda geniş bir yolda yürürken iki kişi kendi aralarında konuşuyorlardı. Bunların sözlerini duymayayım, ayıp olur diye yolun karşı tarafına geçmek istedim. Yolun yarısına geçince beni çağırdılar. Yanlarına vardım, aramızda şöyle bir konuşma geçti:
– Yolun yanındaki bu köşkü sana gezdirelim mi?
– Niye gezdireceksin bana orayı?
– Burası Ömer ağabeyin köşkü.
Köşk bana çok muazzam ve lüks geldi.
– Ömer ağabey böyle bir yerde oturmaz ki, sonra siz hangi Ömer ağabeyden bahsediyorsunuz?
– Ömer Öztürk.
– Yok yok, siz karıştırıyorsunuz. Benim Ömer ağabeyim böyle bir yerde oturmaz.
– Karıştırmıyoruz. Burası Ömer Öztürk ağabeyin köşkü, gel sana içerisini gezdirelim.