Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yüce ahlâkının özelliklerinden birisi de onun affediciliği idi. Affetmek Allah-u Te’âlâ’nın ahlâkındandır. Cenâb-ı Hak, Nebi (s.a.v)’i Kur’ân ile, “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[1] “Yine de sen onları affet ve aldırış etme.”[2] gibi âyetlerle terbiye etmiştir.
Bu ahlâkın sâhipleri gönüllerinde Müslümanlara karşı asla kin tutmazlar, hep af yolunu seçerler. Ömer Öztürk’ün bütün hayatı insanlara sabretmek ve onları affetmekle geçmiştir dense mübâlağa edilmiş olmaz. Kendisinin yüklü paralarını gasp edenlerin bile peşlerine düşmemiş; haset ve nifak sâikiyle şahsına iftiralar atanları yalnızca Allah (c.c.)’ya havale etmekle yetinmiştir.
Tabiidir ki Hak Te’âlâ hazretlerine gönülden bağlı olan bir kimsenin, bir başkasını Yaratan’a havale etmesi, gayretullaha dokunmakta, Azîzü’l-intikam Allah (c.c.) onların hakkından gelmektedir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim benim bir dostuma, evliyama düşmanlık yaparsa ben ona harp ilan ederim.”[3]
Sonradan Medine’ye yerleşenlerden birisi, içindeki haset ateşinin ve cemaatçilik taassubunun etkisiyle; Muhterem Ömer Öztürk gibi bir Medine-i Münevvere âşığı hakkında olumsuz kelam eder. Hâlbuki Allah Rasûlü (s.a.v.), “Medine’nin sıkıntılarına ve zorluklarına (sıcağına-soğuğuna) sabreden ümmetime, kıyâmet gününde şefaatçi ve hayır ameline şâhit olurum.”[4] buyurduğu için evlerindeki kendi hücrelerinde klima dahi bulundurmayan bir zât için, haset ve nifakından “Medine’nin toprağı Ömer Öztürk’ü burada barındırmayacak, ölüsünü de kabul etmeyecek” gibi bir lakırdı eder. Hemen sonrasında bir vesile ile Türkiye’ye gelerek memleketi Çorum’a gider, gittiği gibi ölüsü çukura indirilir. Yıllardır Medine’de bulunan biri olmasına rağmen orada ölmek nasip olmaz.
Âyet-i kerime meâli:
“Ve sizin etrafınızdaki bedevîlerden ve Medine ahalisinden münâfıklar vardır. Münâfıklık üzerine sebat edip durdular. Onları sen bilmezsin, onları biz biliriz. Elbette onlara iki kere azâb edeceğiz, sonra da daha büyük bir azâba döndürüleceklerdir.”[5]
[1] A‘râf sûresi, 199. âyet.
[2] Mâide sûresi, 13. âyet.
[3] Buhârî, Rikak 38.
[4] Müslim, Hacc 484; Tirmizi, Menakıb 3920.
[5] Tevbe sûresi 101. âyet.