Hakkında; “Biz seni âlemlere (başka bir sebebe mebnî değil) ancak rahmet olarak gönderdik”[1] buyrulan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den gelen rahmetin kâinata yayılmasına vesile olan ehlullah, insanlığın kurtuluşu için çalışır. İnsanlara merhamet ederek, onları cehenneme götürecek işlerden uzak durmalarını sağlarlar. Muhterem Ömer Öztürk de Müslümanlara karşı her hususta çok şefkatli olmuş, her zaman onların dertleri ile dertlenmiştir.
Yakınlarından Rüştü Ecevit şunları anlatır:
“Muhterem Ömer Öztürk ağabey, kendileri Medine-i Münevvere’de kalırken 1980 yılında İstanbul’da M.T. ile ortak ticarî işyeri açar.
Naylon çorap, iplik imalat ve satışından başlanır; ilave olarak pamuk ipliğine girilir ve sonrasında döşemelik kadife kumaş imalat ve toptan satışına başlanır. Kısa zamanda iş büyür ve eleman sayısı artar. Ömer ağabeyin ortağı M.T.’nin nefsini okşayan dostları da artar. 1984’te naylon ipliği tekelinde tutan kişiler, bizim gibi imalatçıların çoğalması üzerine bazı manevralarla piyasaya darbe vurur, birçok imalatçı kapanır, bir kısmı da bizim gibi yaşama mücadelesi vermeye başlar.
1985’te bu naylon iplik bölümünü kapatıp biz de Medine-i Münevvere’ye, Muhterem Ömer ağabeyi takiben hicret eden bazı dostlarımız gibi hicret ettik.
1987’de iş dolayısı ile Muhterem Ömer ağabey ile birlikte İstanbul’a geldik. Ortağı M.T. ortaklıktan ayrılmak istiyordu. Kuruluşta sermayenin tamamı Ömer ağabey tarafından konmuş, M.T. de borçlanarak ortak olmuştu. M.T., Ömer ağabey ile Medine-i Münevvere’ye hicret etmiş, hizmetinde bulunmuş, yakın dostluğunu kazanmıştı. Şimdi ise Medine-i Münevvere’ye gitmek istemiyor, Ömer ağabeyden uzak kalmak istiyordu. Gerçek dostluktan uzak, sahte, dünyevî ve nefsâni dostluklar edinmiş; bundan kurtulamıyor, kurtulmak istemiyordu. Bir akşam benim de bulunduğum bir mecliste Ömer ağabey, M.T.’ye nasihat ediyor, Medine-i Münevvere’den ayrılmamasını söylüyordu. Sakalını okşayarak yaptığı uzun nasihat sonunda M.T., “Medine-i Münevvere’ye gitmek, kabre girmek gibi geliyor” deyince ben gözyaşlarımı gizlemek üzere perde arkasından dışarıyı seyrederken, Ömer ağabey hâlâ onu ikna etmeye çalışıyordu. Saatlerce hiçbir babanın evladına yapamayacağı olgunlukla, sabırla, alttan alarak… M.T.’ye İslâmî çizgide kalmak kaydıyla her türlü teklife açık olduğunu mükemmel bir şekilde anlatıp ikna etmeye çalışıyordu. Bu manzara unutulacak gibi değildi. Ne yazık ki ok yaydan çıkmıştı. Ömer ağabey, aşırı derecede üzülmüş, M.T.’nin mânevî zararını azaltmak uğruna, büyük maddî ve mânevî fedakârlıklar yaparak; istemeyerek, birlikteliğe nokta koymuşlardı. Bunun üzüntüsü yıllarca devam etmiş, sıhhatleri bozulmuştu.
Kendisi merhamet duygusunun İslâm’daki yerini şu sözleriyle anlatmıştır:
“Et kiloyla tartılır, kumaş metreyle ölçülür. Îmânın ölçüsü de merhamettir. Ona bakacağız. Bir mü’minin ayağına diken battığına üzülüyorsan sen iyi bir Müslüman olma yoluna girdin demektir. Müslümanların dertleri seni hiç rahatsız etmiyorsa ve hiç alâkadar etmiyorsa, Allah’ın mahlûkatına acımıyorsan iyi bir Müslüman olamamışsın demektir. Hz. Ebû Bekir (r.a.) karıncaya basıp öldürünce gözünden yaş geliyor. Bu nasıl bir insanlık… Allah, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in öldürdüğü karıncaya lisan veriyor. İnsan lisanıyla sesleniyor:
– Yâ Ebâ Bekir, üzülme, mahzun olma. Allah senin mahzun olmandan ötürü bana yeniden hayat verdi, diyor.
İşte hedef böyle bir merhamete sâhip olmak, böyle bir îmâna sâhip olmaktır. Bizim yolumuzun düsturu, “Ta‘zim li-emrillah ve şefkat alâ halkıllah”, yani ‘Allah’ın emrine tazim ve hürmet etmek (yerine getirmek) ve de Allah’ın mahlukatının hepsine şefkat ve merhamet nazarı ile bakmak, öyle muamele etmek.”
Ömer Öztürk’ün bu şefkatlerinden çocuklar da nasibini almıştır. Yakın hizmetini görenlerden Abdurrahim Başak şunları anlatır:
“Bir gün Ömer ağabeyi yazıhanesinin yakınında indirerek arabayı park etmeye gittim. Arabayı park edip yazıhaneye geldim. Aradan 10-15 dakika geçmesine rağmen Ömer ağabey hâlâ gelmeyince kendilerini arabadan indirdiğim yere doğru gittim. 8-9 yaşlarında bir çocukla sohbet ettiğini ve ona İslâmî bazı meseleleri anlattığını gördüm.”
Kendisine dua etmeleri için getirilen çocukları sevip öper, “Allah (c.c.) İslâm’a hâdim etsin” diye dua ederdi. Doğan çocuklarına isim koyması için kendisine müracaat edenlere Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine uyarak güzel gördüğü isimleri verir. Genelde Ehl-i Beyt’in isimleri ile Ashâb-ı Kiram (r.a.e.)’ın az bilinen ve çok bilinenlerinin isimlerini söylerler. İsim konusuna çok önem verir, uygun olmayan isimlerin değiştirilmesini tavsiye ederler, hatta birçok kişinin 30-40 yaşından sonra isimlerinin değişmesine vesile olmuşlardır.
[1] Enbiyâ sûresi, 107. âyet.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]