Hayatı derli, toplu bir düzen içindedir. Herkes kendisinin ne zaman, ne yapacağını bilir. Düzen, tertip ve doğruluk hayatlarının her alanına sirayet etmiştir. Müsvedde bir kâğıt parçasını bile buruşturup çöpe atmaz, büyüklüğüne göre dörde-sekize katlayarak düzgün bir şekilde yırtıp çöp kutusuna öyle atarlar.
MTTB başkanlıkları esnasında zaman zaman Ankara’da içkisiz otellerde kaldıklarında yatak çarşafını gören görevliler sanki yatılmamış gibi buldukları yatağın düzgünlüğüne hayret ederlerdi.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine uyarak az yemeyi, az konuşmayı ve az uyumayı alışkanlık edinmişlerdir. Günde iki öğünden fazla yemez, iki öğünden de birini, kendilerine hatırlatılmazsa, atlar; yedikleri zaman da son derece az yer. Buna rağmen, belkemiği kırığı tedavileri esnasında kullandıkları kortizonlu ilaçlar sebebiyle Hak Te’âlâ hazretleri kendilerine heybetli bir görünüm ihsan etmiştir.
Günde birkaç saat uyur, bazen bunu da yapmayarak 10-15 dakika uyku ile yetinir yahut günü uykusuz geçirdikleri olur. Buna rağmen gün boyu kendilerinde uyku belirtisi görülmez.
Kendisiyle beraber bulunanların, yolculuk yapanların ittifakla söyledikleri husus, kendileri hiçbir zaman yemek istemez, önlerine konursa yer, aksi takdirde ne zamana kadar süreceği belli olmayan bir açlığa kendilerini bırakırlar. Hiç uyumadıkları geceyi takip eden gündüz de tabii hayatlarına devam ederler.
Misvak kullanma sünnetine son derece önem verir, her abdest öncesi muhakkak misvak kullandıkları gibi misvakı yanlarından ayırmayıp sair zamanlarda da kullanırlar.
Abdestsiz asla dolaşmaz, bir şey yiyip içmez. Pazartesi-perşembe oruçlarını ve tesbih namazını hiç aksatmaz ve devam edilmesini tavsiye eder.
Rahatsızlıkları sebebiyle gidemedikleri zamanlar hariç beş vakit Mescid-i Nebevî’yi ziyaret eder. Medine dışında ise beş vakit namazı sıhhatlerinin müsaade ettiği ölçüde camilerde kılmaya özen gösterir. Hayatını namaz vakitlerine göre programlamıştır. Muhterem Ömer Öztürk için namazın vaktinde kılınması her şeyden mühim ve önceliklidir.
Konuyla ilgili MTTB yıllarına ait bir hatırayı Erman Tuncer şöyle anlatır:
“İnsanın güzelliği, üçüncü kişilere Allah (c.c.)’ı hatırlatması şeklinde tecelli eder. Muhterem Ömer Öztürk, Sâmi Efendi hazretlerinin gözbebeğidir. Sohbetlerinde bulunmak şerefine nail olduğum bu Allah dostunun kırk küsur yıldır Kur’ân ve sünnete aykırı bir davranışını görmedim. Gayesi insanları cennete taşımaktır. Bir gün Fatih Gençlik Vakfı bünyesine dâhil ederek talebe yurdu yapmak üzere bir bina bulmuştuk. İstanbul Üniversitesi’ne de yakın bir yerdeydi. İstenilen fiyat da makuldü. Ancak fazla vergi öderim endişesiyle, mal sâhibi tapuda gerçek değerini göstermek istemiyordu. Görüşmeler uzadı. İkindi namazını biraz geciktirerek kerahat vaktine bıraktık. Ömer Bey gerçekten müteessir oldu: “Bu alışverişten vazgeçelim. Bizleri namazdan alıkoydu” diyerek binayı almaktan vazgeçti.”
Gençliklerinde Hz. Sâmi’den (k.s.) aldıkları terbiye gereği sükûtu itiyad edinmiştir. Kendisi son derece az konuşur. Hatta muhtereme validesi, “Ömer’in ağzından kelimeleri kerpetenle çıkarıyoruz” diyerek bu yönünü dile getirmiştir.
“Nefs-i mutmaînne olduğunda artık kişinin yediği nur olur, uykusu mânevî tefeyyüze vesile olur, konuştukça da hem kendisi hem de çevresindekiler istifade eder” hakikati gereği hâlen sohbetleri ile Müslümanların istifadesine vesile olmaktadır.
Bu gerçeği;
“Televizyon, yaptığı yayını kendinden mi yapar? Hayır, anten vasıtası ile belli bir merkezden gelenleri yansıtır. Mânevî yol da böyledir, kişi mânevî sohbet yapıyorsa geleni yansıtır, hatta söylediklerini bazen kendisi bile ilk kez duyuyor olabilir” buyurarak kendi mânevî durumları hakkında bizlere mühim ipuçları vermektedir.
Gece Namazı
Gece ibâdeti hayatında özel bir yer teşkil eder. Her gece –eğer yatmışsa– 02:00’de kalkarlar ve on iki rekat teheccüd namazı kılıp dua, gözyaşı, istiğfar ve zikir ile işrak vaktine kadar ibâdete devam eder.
Seyyid-i Kâinat, Sebeb-i Mevcudat (s.a.v.) Efendimiz’in;
“Bir erkek gecenin bir vaktinde hanımını uyandırır da her ikisi de namaz kılarsa çok zikreden erkekler ve kadınlar arasına yazılırlar.”[1] hadîs-i şerîfini sık sık tekrar ederek herkesi teheccüd namazına teşvik ederler.
Cenâb-ı Hakk’ın: “Onlar, korkarak ve ümit ederek Rablerine ibâdet etmek için yataklarından kalkarlar. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de Allah için harcarlar. Hiç kimse, yapmakta olduklarına karşılık olarak, onlar için saklanan göz aydınlıklarını bilemez.”[2] ve:
“Onlar gecelerini Rableri için kıyama durarak ve secdeye kapanarak geçirirler.”[3] âyetlerinde beyan edilen zümreden olmaya gayret ederler.
Gençliğinden beri süregelen bu âdetlerini yerine getirmek hususunda Cenâb-ı Hakk’ın yardımına mazhar olmuştur. Bir vesile ile şunu anlatmıştır:
“‘Yusufcuk’ cinsinden küçük bir kuşum vardı. Evleninceye kadar her gece saat 3’te gelir camı tıklar, beni teheccüde kaldırırdı.”
03:00 olan teheccüde kalkma vakitleri daha sonra mânevî bir emirle 02:00’ye alınmıştır. Çoğu geceleri hastalıklarla geçmesine rağmen hiçbir zaman bu ibâdeti terk etmemiş, hatta dokuz ay yatmalarına vesile olan trafik kazâsı geçirdikleri gece bile, kırık belle, yanlarındaki arkadaşlarının yalvarmalarına aldırış etmeden teheccüd namazı kılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’e Olan İlgisi
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in, Kur’ân-ı Kerim’in okunmasına ilişkin umumi emirleri son olarak haftada bir hatim olarak sübût bulmuş, hâfız olanların üç günde bir hatim indirmelerine de izin verilmiştir.
Muhterem Ömer Öztürk, otuz küsur senedir her hafta bir kez Kur’ân-ı Kerim’i hatmetmeye devam etmektedir. Bunun dışında sabahları Tâhâ ve Yâsîn sûreleri; akşamları Vâkı’a, Mülk ve Nebe sûrelerini okumanın yanında, günlük ve haftalık virdleri ile her gün okudukları Kur’ân-ı Kerim miktarı altı cüzü geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Kur’ân’ı ehil ağızlardan dinlemek de özel zevkleri arasındadır. Abdulbâsit Abdussamed, Muhammed Sıddık Minşevi, Mustafa İsmail zaman zaman dinlediği kârîlerdendir. Haddizâtında bütün hayatı Kur’ân hizmeti ile geçmektedir. Kendisinin beş evladı da hâfız olduğu gibi cemaatlerinden ve çevrelerinden yüzlerce kişinin hâfız-ı Kur’ân olmasına vesile olmuştur. Hemen hemen her sohbetinde düzenli olarak Kur’ân okumanın öneminden ve gerekliliğinden bahseder. Çoğu kez sohbetine katılanlardan her gün Kur’ân okuyacaklarına dair toplu söz alır.
Hayatında ‘Dua’nın Yeri
“Ed-duâ muhhu’l-‘ibâdeti”; yani, Dua ibâdetin iliği mesâbesindedir[4], “ed-Duâ silâhu’l-mü’min; yani, Dua mü’minin silahıdır[5], buyurulmaktadır. Çevresindekilere sürekli duayı tavsiye eden muhterem Ömer Öztürk’ün hayatında duanın işgal ettiği yer mühimdir. Ağızlarını açıp duasız kapattıkları kolay kolay görülmemiştir. Hayatı devamlı dualarla geçer ve sünnet olan duaları ihmal etmezler.
Sohbetlerinde bu hususu şöyle açıklamıştır:
“Elinizi açınca hamd, salâvat ve istiğfardan sonra ana-babaya, üstâda ve bütün Müslümanlara dua edilir.”
Nebi (s.a.v.), “Korkaklıktan, erzel-i ömre düçar olmaktan, kabir azâbından, dünya mihnetlerinden Allah’a sığınırım” duasına her zaman devam etmiştir.
Cenâb-ı Hakk, “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim”[6] buyurmaktadır. Nebi (s.a.v.), “Aceleci olmamak şartıyla, Allah katında her dua makbuldür” buyurmuştur. Kimse ‘Ben dua ettim de niye kabul edilmedi?’, deme hakkına sâhip değildir. Biz (hâşâ) âmir değiliz, biz Allah (c.c.)’ın kullarıyız. Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu (k.s.) hazretleri; ‘Allah (c.c.)’a dua ile yalvarmaktan gâfil olunmayacak’ buyururdu.
Yaptığımız her hareket de dualar neticesidir. Elini kaldırırken Cenâb-ı Hakk’tan izin istiyorsun, Allah müsaade ediyor da elini kaldırıyorsun. Bir başka zaman elime kramp girdi, diyorsun, kaldıramıyorsun. Her şeyimiz dua ile… Duamızdan başka neyimiz var?
Allah (c.c.); “Eğer duânız olmasa Allah size niye değer versin”[7] buyuruyor.
Allah (c.c.)’ın kudreti her şeyin üstündedir. Dua ile her şey hallolur. Hacca ve umreye gitmek isteyenlerin bol bol dua etmesi gerekir. O mübârek topraklara para ile değil dua ile gidilir.
Ellerini açtıklarında yaptıkları mesnûn duaların yanında, “Allah’ım, İslâm’ı severek yaşamayı nasîp et. Allah’ım kendinden başkasına muhtâç etme. Allah’ım son nefeste îmândan ayırma, âhir zaman fitnelerinden koru!” duaları da her zaman devam ettikleri dualardandır.
‘Vatan sevgisi îmândandır’ buyurulduğu için hiç terk etmedikleri dualarının arasında vatanımızın, memleketimizin düşman şerrinden korunması, bölünmemesi ve selâmete çıkması duası yer alır. Hatta bu duayı yerinde yapmak için bin kilometrenin üzerinde yol katederek bizzat Hakkari Yüksekova’ya gitmişler, Nakşi postnişinlerinden Taha’l-Hakkâri hazretlerinin kabr-i şeriflerinin başında murakabe yapmışlar, kendilerinden de istiğasede bulunarak memleketimizin bölünmemesi için dua etmişlerdir. “Taha’l-Hakkâri hazretleri burada hududu bekliyor” buyurmuşlardır.
Taha’l-Hakkâri hazretlerinden başka silsile-i âliyye-i Nakşibendiyye’nin büyük bir kısmını ziyaret etmek nasip olmuştur. 1998 senesinde çıktıkları bir seferde Türkistan’da Yûsuf-ı Hemedânî Hazretlerini Özbekistan’da; Abdulhâlik Gocdüvâni, Ârif-i Rivgerî, Mahmud İncirfağnevi, Ali Ramitâni, Muhammed Baba Semmâsi, Emir Külâl, Muhammed Bahâüddîn-i Nakşibendî, Alaaddin-i Attar, Ubeydullah Ahrar, Ebû Leys Semerkandî, İmâm-ı Matûridi Hazretleri’ni, Kazakistan’da Ahmed Yesevî Hazretleri’ni ve Hindistan’da da silsileden Muhammed Bâkibillah, İmam-ı Rabbâni, Muhammed Ma’sum Fâruki, Muhammed Seyfeddin, Nur Muhammed Bedayûni, Mazhar-ı Cân-ı Cânan, Abdullah Dehlevî (kaddessallahu esrârahum) hazerâtını ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaretler esnasında gerçekleşen ilginç hâdiselerden biri şöyledir:
Hindistan’da Muhammed Bâkibillâh Hazretlerinin kabrini ziyaret esnasında türbede temizlik yapılmaktadır. Bu vesileyle hazretin sandukası kaldırılıp gülsuyuyla kabir yıkanmıştır. Başuclarındaki kavuğu da çıkarıp tülbentini çözmüşler ve onu da gül kokusuyla kokulayıp sarmışlar ve sarığı, Muhterem Ömer Öztürk’ün “Bu size çok yakışır.” diyerek başına giydirirlerr. Türbedârı zâhiren hiç görmedikleri bir kişiye böyle bir muamelede bulunmaları hiç şüphesiz pek çok hikmetleri içeren bir hâdisedir.
Yine bir başka hâdise ise şöyledir:
Kara yolu ile hacca giderken üç arkadaşıyla beraber kabri Şam’da bulunan silsile-i Nakşibendiyye’nin 29. post-nişîni Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri’ni ziyârete giderler. Türbedar namaz sonrası kapıyı kapatır. Türbedara der ki: “Bak kardeşim, ben Türkiye’den geldim, hacca gidiyorum. Türbeyi kapattın. Ne zamanlar türbe açık oluyor? Biz içeri giremez miyiz?” Türbedar şu cevabı verir: “Eğer ikindi namazına kadar içeride durmaya râzı olursan, girin içeri, üzerinize kapıyı kapatayım, orada oturun.” Körün istediği bir göz Allâh verdi iki göz… “Tamam kardeşim, olur” der türbedara… Hac arkadaşlarıyla beraber içeriye girerler, türbedar kapıyı üzerlerine kapatır. İçeride ziyâretlerini yapıp, namaz vaktine kadar kendilerince bir şeylerle meşgul olurlar. Ömer Öztürk çıkınca arkadaşlarına; “Siz burada bir ses duydunuz mu?” diye sorar. “Evet duyduk” diye cevap verirler. “Ne sesi duydunuz” der. “Yâ-sîn sûresi okunuyordu” derler. “Peki siz okudunuz mu?” diye sorar. “Hayır biz okumadık” derler. Türbede onlardan başka kimse de olmadığına, kendilerinin de Yâ-sîn sûresini okumadıklarına göre okuyan bellidir… Böylece Hazret’in kabrinde Kur’ân-ı Kerîm okuduğuna da üç arkadaşıyla beraber şâhit olurlar. Gelmiş geçmiş en büyük velîlerden biridir Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri. Allâh (c.c.) şefâatlerine nâil eylesin (Âmîn).
İnsanlardan Müstağni Olması
Ebû Hureyre (r.a.) anlatır:
Rasûlullah (s.a.v.) elbiseleri aldı. Ben taşımak istedim. Fakat bana şöyle hitapta bulundu: ‘Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha layıktır. Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım eder.”[8]
Bu emre uyarak Muhterem Ömer Öztürk de kendi hizmetlerini kendisi yapar, kimseden bir şey talep etmezler. Bir vesileyle şöyle buyurmuştur:
“Bugüne kadar çocuklarımdan bile ‘bir bardak su’ istemedim.”
Bununla birlikte hizmetine talip olan olursa reddetmez, iğne ucu kadar hizmette bulunana bile teşekkür ederek dua eder.
“Kula teşekkür etmeyen Allah’a şükretmez” hadîsini sık sık tekrarlar.
Hayatı boyunca kendi nefisleri için hiç kimseden bir şey istememeye gayret etmiştir. Sayılamayacak kadar çok kişinin müşkülünü çözmüş, ricalarını yerine getirmiş, iş sâhibi olmalarına vesile olmuştur. Başkalarının işine; kendilerinin ve ailelerinin işinden daha çok önem ve öncelik vermiş, takip edip hallolmasını sağlamıştır. Ama İngiltere’de tıp üzerine ihtisas yapan kendi oğulları Mahmud Sâmi Öztürk’ün yıllar önce vize ile ilgili bir sorununu, o dönemki Dışişleri Bakanı, Ömer Öztürk’ün MTTB yıllarında sekreterliğini yapmış ve bu sorunu rahatlıkla çözebilecek bir konuma sâhip olmasına rağmen bu konuda ondan bir talepte bulunmamışlar, tabii yollardan çözmeye gayret etmişlerdir.
[1] Ebû Dâvud, Salât 307.
[2] Furkân sûresi, 16. ve 17. âyetler.
[3] Furkân sûresi, 64. âyet
[4] Tirmizî, Daavat 1.
[5] Hakim, Müstedrek, I/492.
[6] Mü’min sûresi, 60. âyet.
[7] Furkân sûresi, 77. âyet.
[8] Suyûtî, el-Câmi‘u’s-Sağîr, 2. c, 43. s.[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]