YÜKSEK AHLAKI
Tasavvuf ehli âlimler güzel ahlak sahibi insanları şöyle anlatmışlardır: Onlar yüksek mertebeye yerleşmiş bulunan istikamet ehlidir. Onlar, seçkinlerin de seçkini oldukları hâlde, makamlarından lütfen inerek avam içinde görünürler. Öyle ki, zâhir ehli, onları kendi emsâli olarak görür.Onların fiilleri, sözleri ve dış hâlleri avama; iç hâlleri de üstün vasıflı seçkin zatlara lâyık şekilde meydana gelir.
Meselâ; “Bizim Allah katında bir derecemiz yoktur” derler ki, bu sözden, tecellîsine mazhar oldukları ilâhî isimde fâni olup bütün makamlardan geçerek, Allah katında yakının da yakınına erdikleri mânâsını anlaşılır.
Devamı
DÜRÜSTLÜĞÜ
Abdullah ibn Mesud (r.a.)’den Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
“(Sözünde, işinde) doğruluk insanı hayra ulaştırır, hayırlı işler de cennete kılavuzluk eder. Kişi daima doğru söz söyler ve nihayet Allah katında doğrulardan olur. Yalancılık da muhakkak insanı kötülüğe sürükler, kötülük de cehenneme götürür. Kişi hep yalan söyler ve nihayet Allah katında yalancılardan olur.”[2]
Doğruluk peygamberlerin ahlakıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de en çok önem verdiği hususlardan biri olan doğruluğun ne derece mühim olduğunu ve tam mânâsıyla yerine getirmenin ne kadar zor olduğunu, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” ayeti indikten sonra Nebi (s.a.v.); “Hud sûresi beni ihtiyarlattı” buyurarak beyan etmişlerdir.
CÖMERTLİĞİ
Muhterem Ömer Öztürk ile herhangi bir şekilde tanışıklığı olan herkes onun ikramlarından ve cömertliklerinden istifade etmiştir. Yakınında bulunanlar, onun ihsanlarından en çok istifade edenler olmuş, bu yönlerini de ayne’l-yakîn görme imkânı bulmuşlardır. ‘Hiç kimse uşağı ve hizmetçisi için kahraman değildir’ sözünün ehlullah için geçerli olmadığını fiilen ispatlamışlardır. Zira yakınında olanlar, onun cömertliğini ve güzel ahlakını daha iyi görme imkânı bulmuşlardır.
İKTİSADA RİAYETİ ve KANAATKÂRLIĞI
Şaşılacak Davranışlar
Çevrelerine karşı hesapsız bir cömertlik içinde olmalarına rağmen kendi nefislerine karşı bir o kadar mutedil ve iktisada riâyetkârdırlar. Kendisine doğunun ve batının hazineleri arz edilen Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in na’l-i şeriflerini dikerek giymeğe devam etmeleri sünnetine uyarak; 20-25 senedir giydikleri ayakkabıları, tabanlarını yenileyerek kullanmağa devam ettikleri vâkidir. Şüphesiz bu, günümüzde fakirlerin bile uğraşmayacağı türden bir iştir. Her şeyi; kibar, temiz, düzenli ve tasarruflu kullanmak kendilerinde bir hâl olmuştur. Kendilerinin yıllarca kullandığı araba, elbise vb. gibi özel eşyalar, yıllar sonra bile neredeyse yepyeni hâllerini muhafaza etmektedir.
SÜNNET-İ SENİYYE’YE BAĞLILIĞI
Muhibb-i Resûlullâh (s.a.v.) olarak bilinen Abdullah bin Ömer (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in irtihalinden sonra O (s.a.v.)’e olan aşırı sevgisinden dolayı, yürüdüğü yollarda yürümüş, altında gölgelendiği ağacın altında oturmuş, Nebi (s.a.v.) ne yapmışsa hiç yorum katmadan aynen tatbik etme çabasında bulunmuştur.
“Bizim sünnet anlayışımız da İbn Ömer (r.a.)’in sünnet anlayışıdır” buyuran Muhterem Ömer Öztürk hayatlarını, sünneti yaşamağa adamış ve bunu fiilen ispat etmişlerdir. Bu devirde sünnete uymanın nasıl gerçekleşeceğini anlamak isteyenler için, Ömer Öztürk’ün hayatının her safhası dersler ve ibretlerle doludur.
MAHFİYET VE TEVÂZÛSU
Muhterem Ömer Öztürk, ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e yaptığı hizmetlere rağmen, yaptığı hiçbir işte isimlerinin geçmesini istememişlerdir. Yokluk ile mülemma olmayı, hâk ile yeksan kalmayı sevmişler, tercih etmişlerdir. Kendi kurdukları vakıf aracılığı ile dağıtılan bursları şahsi servetinden verdiğini burs alan öğrenciler dahi öğrenememiş, birçoğu, son zamanlara kadar kendisini şahsen tanımamıştır. Derviş olmanın hakikatine erdikleri, sünnete ittibâ dışında hiçbir dava gütmedikleri ve herkesin rağbet ettiği şeylere iltifat etmedikleri için aileleri içinde de başka yerlerde de adları anılmamıştır. Bu davranışları ile maneviyat yolunun gereğini yapmışlar, silsile-i âliyeden Derviş Muhammed (k.s.) gibi büyük velilerde görülen bir mahfiyeti şahıslarında göstermişlerdir.
Ancak şer’-i şerifin (İslâmî yaşamın) kaldırılıp daha sonra tekrar neşv ü nema bulması nimetinin daha iyi anlaşılabilmesi için Muhammed Es‘ad-ı Erbilî hazretlerinin, Mahmud Sâmi Ramazanoğlu hazretlerinin ve bu yolun devamının hakiki vekili olan Muhterem Ömer Öztürk’ün hayatlarının bilinmesi gereklidir. Bunu bilen güçler Muhterem Ömer Öztürk’ü unutturmak, ondan hiç bahsetmemek siyasetini izlemişler, bunda da büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır. Hatta MTTB ile ilgili yazılan bir kitapta MTTB başkanları tanıtılırken kendilerinin anlatılmasına sıra geldiğinde “…Ömer Öztürk’ün ise nerede bulunduğu bilinmemektedir.” ifadesi yer almakta; hâlbuki o tarihte Ömer Öztürk önceki başkanla aynı apartmanda altlı üstlü oturmaktadır.
ZÜHDÜ
Doğuştan varlıklı bir aileden gelen Muhterem Ömer Öztürk dünyalıktan, kifaf-ı nefsten öte bir şeye meyletmemişlerdir. Dünya metâına ve paraya hiçbir zaman önem vermemişler, İbrahim bin Edhem (k.s.)’nun tahtı ve zenginliği terk etmesi gibi, bütün malını, ailesini, hatta kundaktaki çocuğunu bırakarak üstadları Hz. Sâmi’nin (k.s.) emriyle ve onunla birlikte yalnızca bir bavulla Medine-i Münevvere’ye hicret etmişlerdir.
“Dünya gölge gibidir, üstüne gidersen kaçar, kaçarsan gelir.” hadisinin hikmeti gereği Hak Te‘âlâ her zaman kendilerine ikram etmiş, ancak kendileri Allah ve Resûlü (s.a.v.)’den ve O (s.a.v.)’in ümmetine hizmetten başka bir şeyle uğraşmamışlar, bütün zenginliklerini Müslümanlarla paylaşmışlardır. Hâlen Medine-i Münevvere’de evleri ile Harem-i Şerif arasında münzevi bir hayata devam ederler, zaruret olmadan başka hiçbir yere gitmezler.
ALLAH YOLUNDAKİ AZİM ve GAYRETİ
Azim ve çalışkanlık çocukluklarından beri Muhterem Ömer Öztürk’ün öne çıkan vasıfları olmuş, bu sayede yöneldikleri her işte -bi-iznillah- muvaffak olmuşlardır. Birkaç saatlik uyku ile günlerini geçirmekte; ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’den birinin meseleleri, bundan kaynaklanan üzüntü ve bedenlerindeki hastalıklar sebebiyle çoğu zaman uykudan mahrum kalmakta, gece-gündüz dünya rahatını terk etmektedirler. “Biraz istirahat buyursanız” diyenlere, “İstirahat kabirde” cevabını vermişlerdir.
Yirmi Dört Saatte Yirmi Beş Saat Çalışabilmek
Eski arkadaşlarından birinin tespiti:
– Ben yirmi dört saatte yirmi beş saat çalışan sadece Ömer Bey’i gördüm!’
MTTB başkanlıkları zamanında kendisinin en çalışkan mesai arkadaşlarından biri, genel sekreter olan Yusuf Akkaya bile:
– Ömer ağabey, siz kendinize üç genel sekreter tayin edin, sekizer saat çalışalım biz bu çalışmaya ayak uyduramıyoruz. Kusura bakmayın! demiştir.
YUMUŞAK HUYLULUĞU, SOHBETLERİ ve HİTÂBETLERİ
Peygamberimiz (s.a.v.) yalnız şahsına yapılan, nefsine karşı işlenen hataları yumuşaklıkla karşılarlar; dîne ve îmâna yapılan bir hücum olunca asla susmaz, gereken cevabı verirlerdi.
Muhterem Ömer Öztürk de şeriat-ı garrâ-yı Ahmedî’nin bir harfinin bile yerinden oynatılmasına asla râzı olmazlar, dinimizin hükümlerini değiştirmeğe çalışanlara, dinimizi kasıtlı bir şekilde olduğundan farklı anlatmağa çalışanlara karşı gayret-i dîniyye ile son derece müsamahasız ve kesin tepkiler ortaya koyarlarken, kendi nefislerine yapılanlara karşı sınırsız bir hoşgörü içinde bulunurlar. Kendisine karşı kabalık edenlere aynı şekilde karşılık vermezler, edeplerinden ve karşısındaki kişinin dinî selâmetini düşünmelerinden ötürü kimsenin yüzüne kaldıramayacağı bir şey söylemezler. İnsanlara yumuşaklıkla muamele ederler, kimsenin hatasını yüzüne vurmazlar. Hatta kendisinin güzel muameleleri sebebiyle huzurundan çıkan herkes;
AFFEDİCİLİĞİ, İNTİKAM ALMAK GİBİ BİR DUYGUYA KAPILMAMASI
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yüce ahlakının özelliklerinden birisi de onun affediciliği idi. Affetmek Allahü Te‘âlâ’nın ahlakındandır. Cenab-ı Hak, Nebi (s.a.v)’i Kur’ân ile, “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[24], “Yine de sen onları affet ve aldırış etme.”[25] gibi ayetlerle terbiye etmiştir.
Bu ahlakın sahipleri gönüllerinde Müslümanlara karşı asla kin tutmazlar, hep af yolunu seçerler. Muhterem Ömer Öztürk’ün bütün hayatları insanlara sabretmek ve onları affetmekle geçmiştir dense mübâlağa edilmiş olmaz. Kendisinin yüklü paralarını gasp edenlerin bile peşlerine düşmemiş; haset ve nifak sâikiyle şahsına iftiralar atanları yalnızca Allah (c.c.)’ya havale etmekle yetinmişlerdir.
Tabiidir ki Hak Te‘âlâ hazretlerine gönülden bağlı olan bir kimsenin, bir başkasını Yaradan’a havale etmesi, gayretullaha dokunmakta, Azîzü’l-intikam Allah (c.c.) onların hakkından gelmektedir. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor:
ZEKÂ VE FERASETİ
Zekâ, ferâset ve anlayışları kendilerinin yaratılışlarından ve îmânlarının kemalinden gelen bir özelliktir.
Bu özelliklerini sahip oldukları donanımla ve hayat boyu başarıyla taşımışlardır. Arapça ve Türkçe’nin yanında tercüme yapabilecek seviyede Fransızca ve iyi seviyede İngilizce bilmektedirler.
“Mü’minin ferasetinden sakının, zira o Allah (c.c.)’nun nuruyla bakar”[29] buyrulmaktadır. Kendileri olayları îmân nuruyla ve sünnet-i seniyye perspektifinden değerlendirdikleri için yorum, tahlil ve tahminlerinde hep isabetli olmuşlardır. SSCB’nin en güçlü olduğu dönemlerde; “Zulüm üzerine kurulmuş düzenler fazla uzun ömürlü olmaz, Rusya yakında dağılacaktır” buyurduklarında belki birçok kimse buna ihtimal vermemiş, ama kısa süre sonra SSCB’nin dağılıp Türk Cumhuriyetleri’nin kurulduğunu kendi gözleriyle görmüşlerdir.
ŞEFKAT VE MERHAMETİ
Hakkında; “Biz seni âlemlere (başka bir sebebe mebnî değil) ancak rahmet olarak gönderdik”[35] buyrulan Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den gelen rahmetin kâinata yayılmasına vesile olan ehlullah, insanlığın kurtuluşu için çalışır. İnsanlara merhamet ederek, onları cehenneme götürecek işlerden uzak durmalarını sağlarlar. Muhterem Ömer Öztürk de Müslümanlara karşı her hususta çok şefkatli olmuşlar, her zaman onların dertleri ile dertlenmişlerdir.
Yakınlarından Rüştü Ecevit anlatıyor:
“Muhterem Ömer Öztürk ağabey, kendileri Medine-i Münevvere’de kalırken 1980 yılında İstanbul’da M.T. ile ortak ticarî işyeri açarlar.
ANA-BABA VE AİLELERİNE MUAMELESİ
“Rabbin rızası, ana-babanın rızasında; gazabı da, ana-babanın gazabındadır. Ana-babasının rızasını alan mümine cennetten iki kapı, üzene de cehennemden iki kapı açılır.”[36]
Babaları Merhum Mehmed Öztürk, birgün Ravza-i Mutahhara’da kendilerine, “Evladım, diğer babalar evlatlarından bir kez razıysa ben senden yüz kez razıyım” der. Merhume annelerinin isteği üzerine her sene iki kez Türkiye’ye gelirler, geldiklerinde de her gün mutlaka annelerine uğrarlar, duasını alırlardı.
Bir cemiyette muhtereme anneleri Hâtun hanımefendi şöyle demiştir:
“Babası Hacı Mehmed Efendi Türkiye’deki torunlarının hafız olması için çok uğraştı, ama hiçbiri hafız olmadı. Hâlbuki Ömer’in çocuklarının hepsi hafız oldu. Bizim o çocuklar üzerinde hiç bir emeğimiz olmadığı hâlde çocuklarla ilgili şeyleri hep bize sorar, biz de sen daha iyi bilirsin oğlum, deriz. Yani her zaman bizim rızamızı arar, anne-babasının önüne geçmemeye çalışırdı.”
CESARETİ
Muhterem Ömer Öztürk, 1970’li yıllarda Fatih Gençlik Vakfı Matbaası kurulmadan önce, büyük bir matbaa kurup İslâm’a neşriyat yoluyla da hizmet etme fikrini arkadaşları ile istişâre etmişti. İstişare meclisinde bulunan Erman Tuncer[39] ile aralarında şöyle bir konuşma geçer:
– Bu işten vazgeçelim, böyle işleri yapabilmek için 1 milyon lira gerekir, bu parayı nereden bulacağız?
Muhterem Ömer Öztürk:
– Farz et ki şu çantada 1 milyon var, haydi, ne yapacağımızı söyle! Tuncer:
– Böyle bir şey bizi çok aşar.
Bir müddet sonra Muhterem Ömer Öztürk, bir bavula 1 milyon TL doldurarak arkadaşları ile buluşacakları yere gelmiş ve çantayı önlerine koyarak;
– Sayabilirsiniz tam 1 milyon TL hazır.
Bunun üzerine Erman Tuncer ayağa kalkarak;
– Bu kadar kısa sürede bu kadar parayı temin edebilen bir kişinin bize ihtiyacı yoktur, sen ne istersen yap, demiştir.
GENEL ÂDETLERİ
Hayatı derli, toplu bir düzen içindedir. Herkes kendisinin ne zaman, ne yapacağını bilir. Düzen, tertip ve doğruluk hayatlarının her alanına sirayet etmiştir. Müsvedde bir kâğıt parçasını bile buruşturup çöpe atmazlar, büyüklüğüne göre dörde-sekize katlayarak düzgün bir şekilde yırtıp çöp kutusuna öyle atarlar.
MTTB başkanlıkları esnasında zaman zaman Ankara’da içkisiz otellerde kaldıklarında yatak çarşafını gören görevliler sanki yatılmamış gibi buldukları yatağın düzgünlüğüne hayret edeceklerdir.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in sünnetine uyarak az yemeyi, az konuşmayı ve az uyumayı alışkanlık edinmişlerdir. Günde iki öğünden fazla yemezler, iki öğünden de birini, kendilerine hatırlatılmazsa, atlarlar; yedikleri zaman da son derece az yerler. Buna rağmen, belkemiği kırığı tedavileri esnasında kullandıkları kortizonlu ilaçlar sebebiyle Hak Te‘âlâ hazretleri kendilerine heybetli bir görünüm ihsan etmiştir.
Günde birkaç saat uyurlar, bazen bunu da yapmayarak 10-15 dakika uyku ile yetinirler yahut uykusuz günü geçirdikleri olur. Buna rağmen gün boyu kendilerinde uyku belirtisi görülmez.
Kendisiyle beraber bulunanların, yolculuk yapanların ittifakla söyledikleri husus, kendileri hiçbir zaman yemek istemezler, önlerine konursa yerler, aksi takdirde ne zamana kadar süreceği belli olmayan bir açlığa kendilerini bırakırlar. Hiç uyumadıkları geceyi takip eden gündüz de tabii hayatlarına devam ederler.