Ortaokul ve lise tahsiline Galatasaray Lisesi’nde başlar. Türkiye’de Fransızca eğitim veren okullar Saint Joseph ve Galatasaray Lisesidir… Her ikisinin de Türkiye’de ayrı görevleri icra eden vazifeleri vardı.
Galatasaray Lisesi’nin Felsefe hocası papaz Pierre Gauthier, Ömer Öztürk’e hitaben: “Siz Galatasaray Lisesi’nde üç dört tane imalat hatası varsınız” dermiş.
Başta Mehmed Şevket Eygi ağabeyi kasteder. Ona göre ‘imalat hatası’ olan bu üç dört kişiden biri de Ömer Öztürk’dür.
Galatasaray Lisesi’nde Yüz Otuz Kişi ile
Tutulan Oruç
Lisede yatılı okuyorken Ramazan orucu için yirmi beş kişi okul yönetimine müracaat ederler. Müdür Ali Teoman Bey:
– Yirmi beş kişi nasıl yemek yiyeceksiniz? Burada sabah, öğlen, bir de akşam yemeği çıkıyor. Size başka yemek veremeyiz, der.
Gündüz okuyan çocukların yemek yediği bir yemekhane vardır. Ömer Öztürk ve arkadaşları Müdür Bey’e:
– Akşam ve gece o yemekhane boş. Orada sadece öğle yemeği yeniyor. Çıkarılan yemeklerden bize saklanırsa, biz o yemekleri orada akşam ve gece yeriz, derler. Müdür Bey ise:
– Gece o yemeklerin ısıtılması lazım. Soğuk soğuk yiyemezsiniz. Hademeler de bu işi yapmazlar, diye karşılık verir. Ömer Öztürk ise:
– Siz müsaade ederseniz ben hademelere yaptırırım. Yeter ki siz izin verin, diye rica eder. Müdür onların bu ricasını kıramaz ve kabul eder.
Böylece yirmi beş kişi ile oruca başlarlar. Son senelerinde oruç tutan kişi sayısı yüz otuza yükselir.
Yıllar sonra, liseden sınıf arkadaşı Suudi Arabistan Büyükelçisi Osman Durak, büyükelçiliği sırasında Ömer Öztürk’ün evine gelir. Ziyaretinde lisede oruç tutmaları da mevzu olur. O akşam Ömer Öztürk akşam namazını kılmak için dışarı çıkınca:
– Sen damadım Ömer ile otur, der. Dışarı çıkınca Osman Durak:
– Bize orada zorla oruç tutturdu, şimdi de namaz kıldıracak herhâlde! demiş.
Ömer Öztürk bununla alâkalı: “Hâlbuki orada zorla oruç tutturmadık. Oruç tutarsanız yemek çıkıyor diye teklifte bulunuyorduk, o kadar.” demiştir.
***
Okulun müdürü Ali Teoman Bey, Yükseköğretim Genel Müdürlüğü’nden kendi isteğiyle Galatasaray Lisesi Müdürlüğü’ne geçer. Talebeler iftardayken gelir ve:
– Siz iftarda ne söylüyorsunuz, diye sorar. ‘Allahümme leke sumtü…’ diye başlayan duayı okuduklarını söylerler. Müdür bey der ki:
– Bak yanlış biliyorsun hoca, bunları iyi öğren.
Ömer Öztürk: “Müdür Bey orada ‘hoca’ deyince adımız ‘hoca’ olarak kaldı.” diye hatıralarında bahsetmiştir.
– Ya ne diyeceğiz? diye sorar.
– Allahümme ya vâsia’l-mağfirati iğfir lî, diyeceksin diye cevap verir.
Müdür bey demek ki çocukluğunda öğrendiği bu duayı unutmamış.
– Hocam bu dua iftar saati beklenirken söylenir. Anlamı da; ‘Ey mağfireti sonsuz olan Allah’ım! Beni bağışla’ demektir, deyince şu karşılığı verir:
– Yok, sen bunu git bir sor.
Türkleri Ayda Bilirdik
Hâtıralara geçmeden evvel muhterem Ömer Öztürk’ün Avrupa ve insan hakları ile alâkalı düşüncelerini okuyalım:
“Avrupalı’nın demokrat ve insan haklarına saygılı olduğuna dair senelerdir çok büyük propaganda yapıyorlar. Avrupalı, hâkimiyet sahasına tecavüz etmediğin müddetçe demokrat görünür. Hele bir onların hâkimiyet sahasına girmeye teşebbüs edin de o zaman görün demokrasiyi, özgürlüğü…
Fransa İçişleri Bakanı yirmi sene önce, kızların başörtülü olarak okula girme meselesi için:
– Eğer bir bez parçasından Fransa devleti korkacaksa, o zaman batmışız demektir, diyordu.
Peki, şimdi ne oldu? Yirmi sene evvel tehlike değilken, şimdi kendileri açısından tehlike ortaya çıkınca başörtülü kızları okula almıyorlar. Kendi hâkimiyet hudutlarına girmediğin müddetçe demokrat görünüyorlar, o hudutlara girince ne demokrasi kalıyor, ne özgürlük, ne de insan hakları!”
Ömer Öztürk lise üçüncü sınıftayken, derste Fransız edebiyatı hocası şöyle demiş:
– Biz 16. asırda Türkleri, Osmanlıları aydan gelmiş adamlar zannederdik.
Bunun üzerine Ömer Öztürk elini kaldırır. (Okullarında böyle şeyler serbesttir, fikir münakaşası yapılır ve fikrini rahatça söyleyebilirdin; Ömer Öztürk tanındığı için itiraz ettiğinde tepki verirlermiş.) Ömer Öztürk elini kaldırınca hoca durumdan hoşlanmaz ama ne diyeceğini de merak ettiği için “buyrun” diyerek müsaade eder. Bunun üzerine Ömer Öztürk şu tarihi bilgiyi nakleder:
– Fransa kralı François (Fransuva), 24 Şubat 1525’te Kuzey İtalya’da Pavia Savaşı’nda Şarlken’in ordularına yenilip esir alınmıştı. François’nin esareti sürüyor, hiçbir Avrupa devleti, Şarlken’i yola getiremiyordu. Fransızlar çıkış yolunu, Osmanlı’ya müracaatta buldu ve Kanuni Sultan Süleyman’a yakarışlarla dolu bir mektup gönderdiler. Kanuni Sultan Süleyman, 1526 yılı Ocak ayında yardım isteğine karşı gönderdiği fermanda Osmanlı tahtının haşmetini zikrediyor, Fransa’yı sıradan bir vilayet, kralını ise unvansız addediyordu. Şöyle diyordu:
‘Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayazıd Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı François’sın. Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip ülkenizi düşman istila edip şu anda hapiste olduğunuzu bildirip kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz. Söylediğiniz her şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz olunmuştur. Her şeyden haberdar oldum. Yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda atalarımız, düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve alınmaz kaleler fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır. Yüce Allah hayırlara bağışlasın. Allah’ın istediği ne ise o olur. Bundan başka haberleri, gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz. Böyle biliniz.’
Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman, Şarlken’e, Fransa Kralı’nın ‘derhâl’ kaydıyla serbest bırakılmasını, aksi hâlde bahara yanında olacağını bildirdi. Şarlken bu haşmetli Cihan imparatorunun baskısıyla François’yı serbest bıraktı.
Ömer Öztürk hâdiseyi anlattıktan sonra şöyle sorar:
– Sizin kralınız François’nın annesi ve Fransız sarayı kime müracaat etmişti? Aya mı müracaat etmişti, yoksa Osmanlı sultanına, İstanbul’a mı müracaat etmişti?
Hoca çıkışarak:
– Zaten her zaman da sen mevzu dışına çıkarsın, der. Bunun üzerine Ömer Öztürk der ki:
– Sizinki mevzu dışı olmuyor da neden benimki mevzu dışı oluyor? Siz dediniz ki biz Osmanlı’yı uzaydan gelmiş bilirdik, ben de sizin kralınızın annesinin Osmanlı’ya müracaatını sordum. Aya mı müracaatını yapmış, yoksa İstanbul’a mı, cevabını verin bunun. Burada mevzunun dışına çıkacak bir durum yok.
– Peki, söylediğiniz anlaşıldı. Buyurun yerinize oturabilirsiniz, diye konuyu kapatmaya çalışır Fransız hoca.
Ömer Öztürk bu hâtırayla alâkalı şunları demiştir: “Dışarıdan bakıldığında modern ve demokrat görünürler; ama gerçekte bunların hepsi masal. Kendi hâkimiyet sahalarına dokununca ne demokrasi tanırlar ne de insan hakları!”
Tiyatro Kulübü Başkanlıkları
Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında Korkut Özal ile sık sık görüşür. Korkut bey bir gün Ömer Öztürk’e:
– Lisede Tiyatro Kolu başkanlığını alırsan faaliyette bulunur, hizmet edersin, diye teklifte bulunur. O zaman Ömer Öztürk lise 2. sınıftadır.
Ömer Öztürk:
– Ben hayatımda tiyatroya gitmedim, tiyatro nedir bilmem, der.
– Git şurada Dormen Tiyatrosu var. Bir sefer izle, hemencecik öğrenirsin ne olduğunu, diye Korkut bey fikir verir.
Ömer Öztürk ise:
– Peki, tiyatro işine girip ne yapacağız, diye sorar.
O sıralarda Edebiyat hocaları (komünizmin ağa babalarından) Tahir Alangu, Anna Karanina’nın kitaplarından piyesler seçip talebeler vasıtasıyla neşreder ve bu piyeslerden her ay bir tanesi oynanırmış.
Korkut Bey bunu bildiği için şunları söyler:
– Her ay komünizm propagandası yapan bir piyes oynanıyor. Tiyatro kolu senin elinde olursa senede yedi tane değil bir tane piyes oynanır.
Hakikaten de öyle olur. Sene içinde tiyatroda bir piyes oynatırlar. O yazdığı piyeste de cami ve Müslümanlarla dalga geçiyordur. Piyesi rötuşlar ve o yerleri çıkarır.
Bunun üzerine hoca:
– Piyesi de kuşa çevirmiş, der.
Tahir Alangu öyle öfkelenir ki, ağzındaki sigarayı çekince –nasıl bir hırs ile çekmişse– dudağını kanatır.
– 15 yaşındaki çocukla baş edemedik. Tiyatro kolu başkanı oldu. Hiçbir piyesi oynatmadı. Oynanan piyesi de kendisine göre kuşa çevirdi, demiş.
İslâmî hizmetlerine henüz ortaokul lise yıllarında başlayan, daha sonra MTTB vesilesiyle bunu Türkiye çapında kitlesel bir gençlik hareketi hâline dönüştüren ve Türk milletini gençlikten başlayarak yeniden şuurlandırmaya çalışan muhterem Ömer Öztürk ile ilgili yıllar sonra Korkut Özal şu tespiti yapacaktır:
“Türkiye’de İslâmî gençlik hareketi Ömer Öztürk ile başlamıştır.”