Hak yolda hatırda tutulması lâzım gelen en mühim şartlardan biri; “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla berâber olun!”[1] âyet-i celîlesindeki emirdir. Bu emre göre sâlihlerle sohbette bulunarak onların hâl ve tavırlarının, yâni onlarda tecellî eden maddî ve mânevi güzelliklerin sende de tecellî etmesi, onlardaki taze ve güzel varlığın, güzel hâlin sana geçmesi gerçekleşmiş olacaktır.
Her şeyin bir âdâbı olduğu gibi sâlih kimselerin (mürşîdin) meclisinde bulunmanın da âdâbı vardır:
Mürşidin huzurunda; yüzüne, gözünü dikmeden boynunu bükerek durmak gerekir. Bir kaçak nasıl dîvâna alınırsa o şekilde hudû hâlinde olmalı, mürşidin emri olmaksızın oturmamalı ve mühim bir problemi olmadıkça söze başlamamalı ve mürşidin huzurunda bulunan diğer kimselerle konuşmamalıdır. Mürşidine olan muamelesini tıpkı Rasûlullah (s.a.v.)’a olan muamelesi gibi bilmelidir. Zira hadîs-i şerîfte, “Âlimler, nebîlerin vârisleridir”[2] buyrulmuştur.[3]
Bu hadîs-i şerîfte kastedilen âlimden murâd, ilmiyle amel eden ârif-i billâhtır. Zira ilmiyle amel etmeyen âlim, kitap yüklü eşeğe benzetilmiştir.
Mürşid-i kâmil huzurunda dikkat edilmesi gereken diğer hususlar şunlardır:
(Huzûruna girerken) öncelikle kalbini tam mânâsıyla boşaltmalıdır. Boş bir testi nasıl çeşme önüne tutulur ve dolarsa, kalbini boş testi gibi tutup, gafletten (dikkatsizlikten), kötü hâtıra ve fena düşüncelerden, îtimadsızlık ve imtihan gibi vesveselerden kalbini tamamen arındırmalıdır. Mürşidinin feyzine intizâr etmelidir. Aksi takdirde, yâni gönlünde yukarıda kaydedilen güzel hâllerin yerine, fena hâtıra ve düşünceler gelirse, mürşidin gözünden ve gönlünden düşmeye neden olur. Allah muhafaza buyursun, bu hususa çok dikkat etmek lâzımdır. Ehl-i Hak nazarından düşmek, Allah-u Te’âlâ’nın nazarından düşmek demektir.
Bununla beraber onlarda öyle bir gönül vardır ki, düşmanlarına bile dâima hayır ve iyilikleri ve nefislerinin ıslâhı için duâda bulunurlar. Allah onlardan razı olsun. Âmîn. Ecmâîn.
Mürşîdin huzurunda fazla kalmamalı ki mürşidin hoşnutsuzluğunu mûcib olur. Şayet mürşidin sözleri devam ediyor ve oturması hususunda mürşidi tarafından teklif varsa, biraz daha oturabilir. Bununla beraber anlayışlı davranarak mürşidin zamanını almamaya çalışmak gerekir.
Bir de mürşidin meclisinde; mürşidin, başkasıyla meşgul olması dolayısıyla, benimle neden meşgul olmuyor diye hatırına bir şey getirmemelidir. Bu da mürşide itikadın zayıflığından, ve kötü zandan hâsıl olur. Halbuki mürşid öyle bir mertebededir ki halk onu Hakk’tan ayırmaz.
Mürşidin yanında ve huzurunda ve huzurdan ayrıldıktan sonra dâima hürmet ve edebi muhafaza etmelidir. Çünkü ehlullah kalplerin câsusudur. Hak Te’âlâ hazretleri bu mübârek zâtları, müridlerin işlerine ve taşıdıkları iyi hâllere muttalî eder. Fakat bunu müridlerine açıklamazlar.
Bir de mürşîdin, görünüşte kendisine karşı iyi muamele etmesine ve gülmesine kat’iyyen güvenmemelidir. Zîra bazı ulu kişiler, müride zâhir muamelesi edip, iç sevgi ve rahmetten mahrum eder. Bunun için mürid, şeyhinden zâhir muamelesi etmemesini rica etmelidir.
Bir de mürşidin, kendisine ta’zimde bulunmasını beklememelidir. Zira mürşidin müride tâzîmi zehirdir. Bu hâl müridi yabancı olarak görmesi demektir. Mürşîd, müridi bütün hâllerinde tecrübe ve imtihan eder, bâzen sert muamelede bulunur. Bu da ilerlemesi içindir.
Bir kimse bir mürşidden istifade ediyorsa, onun söz ve işlerine itiraz etmemeli, eğer kalbinde bir îtiraz veya kuruntu oluşursa derhâl istiğfar etmelidir. Zira o kuruntu ve îtiraz, mürîdi zehirleyip öldürür. Çünkü evliyaullaha îtiraz sû-i hatimeye (îmânsız ölüme) götürür. Bu da ehl-i keşif tarafından defalarca tecrübe olunagelmiş, kitaplara yazılmıştır.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki kişide ehl-i tarîk olanlara ait tasarruf ve alâmetler bulunmazsa (mânen görevlendirilmiş bir kimse olmadığı ve silsiledeki zâtların kavuştuğu hallerden mahrum olduğu hâlde şeyhlik yaptığı anlaşılırsa), hâline îtiraz ve inkâr vâcib olur. Çünkü bu zamanın şeyhleri, çölde serâb misâli, gerçekten istekli tâlipleri ve bu yola sülûk edecek kâbiliyetleri, –Allah korusun– sarp ve çıkmaz yollara götürürler. Kalb gözleri açık olanlar, bunları pek iyi anlarlar. Çünkü bu nasîbsizlerin kendileri muhtac-ı himmet iken, başkalarına himmet etmek gibi bir durumları yoktur. Bu hususta idrâk ve iz’an sâhiblerinden yardım ve bilgi istemek ve tahkîk etmek gerektir. “Her gördüğüne gönül verme ki yolunu sarpa uğratır”, sözünü düstûr edinmek lâzımdır.
Edeblerden biri de, mürid, mürşid tarafından teklîf vâki olmadıkça, mürşid ile beraber yemek yememeli, onun mekânında oturmamalı onun vasıtasına binmemelidir.
Diğer bir edeb de, mürşidin uyarı ve tâzîrine gücenmemeli, bunu lütuf bilmelidir. Aksi hâlde mürşidinden incinirse, müridin mânevî derecesi düşer. Tevbe ve istiğfara muhtaç olur.
Edeblerden bir diğeri de mürşidi tarafından sorulan şeylere doğru cevab vermelidir. İçini mürşidinden başka kimseye açmamalıdır.
Edeblerden biri de mürşidinin muhabbet ettiği kimselere muhabbet etmeli, buğz ettiğine de buğz etmeli, (Ehl-i Sünnet çizgisinin dışına çıkan) her türlü bid’at ehlinden, erbâb-ı gafletten ve tarikatları kabul etmeyen kimselerden uzak durmalıdır.
Edeplerden biri de, münkirlerin yemeğinden yememektir! Çünkü o yemek kırk gün feyiz ve rahmet kapısının kapalı olmasına vesile olur.
Edeplerden biri de, nefsini şiddetli kızgınlık ve öfke ile çok gülmekten esirgemelidir. Zîra bunlar kalbi öldürür.
Mâlâyâni (boş ve faydasız lâfları) terk edilmelidir.
Bunların hepsinin kıyâmette Allah (c.c.)’ın huzuruna arz olunacağından utanıp azîz ömrü boş yere zayi etmemeli ve bu kıymetli cevheri fırsat ve ganîmet bilip zikrullaha ve Hak ile huzura sarf etmelidir.
Mâneviyat büyüğünü ziyaret edeceği zaman izin alıp, sonra ziyaret yapılması, o büyüğü üzecek sözlerden sakınılması, konuşurken sesin kısılması da âdâbdandır.
Huzurda bulunduğunda, mürşid konuşmaya başladığı zaman, mürşidin sözlerini kalb ve lisâniyle tasdik etmelidir. Gerek lisân ve gerek kalble büyüklerin sözlerine “hayır” ile karşılık vermemelidir. Böyle yapan mürid ebediyyen iflah olmaz. Çünkü velîlerde bazı işler vardır ki yalnız kudret-i Hakk’tan doğar. Bazı işler de hikmete dayanır. Hikmetten suâl edilmeyip boyun büküp tasdîk eylemek daha iyidir.
Ey mürid! İçindeki îtirazın zamanını bekle. Sonunda göreceksin ki, evliyâullahın her sözünün içi sırlarla doludur. Er ya da geç bu itirazın giderilir. Mürşidin o sözünün sırrını göremeden ölmezsin ve o zaman velînin sözünün doğruluğunu anlarsın.
Edeblerden bir diğeri de bir sıkıntılı hâli veya herhangi bir derdini arz için huzurda bulunduğun zaman, kalben bunu mürşidine arz eyle, mutlaka oradan ayrılmadan sana sıkıntının çözümü açıklanacaktır.
Rüyâ tâbîri ve gayb ile ilgili sorulardan çekin. Mürşidi rahatsız etme.
Bir mürşidin büyüklüğü kerametlerinden anlaşılmaz. Allah’a yakınlığı ve irfanı ile anlaşılır.
Edeplerden biri de herhangi bir yolculuğa çıkmadan önce mürşidinden izin talep etmektir.
Öbür bir edeb de hizmet edebidir. Bu da mâl ve beden ile yapılan hizmetin, Peygamberimiz (s.a.v.)’e, dolayısıyla Hak Te’âlâ’ya râci olduğuna inanıp, o hizmetin, Hak Te’âlâ’dan kendisine lütuf ve ihsan olduğunu düşünmeli, şükretmelidir.
Mürşid-i kâmil tarafından kendisine verilmiş olan vazifeyi hiçbir sûrette geri bırakmamalıdır. Velev ki kendi aleyhinde olsa dahi… Mürşid-i kâmilin ağzından çıkanları vakit geçirmeden yerine getirmek gerekir. Çünkü mürşidin himmet ve yardımı ile yapılacak iş kolaylıkla vücûda gelir. Bu yaptığı iş ve hizmetlerden yalnız Allah (c.c.)’ın rızasını düşünmelidir ve bu hizmetler sonucunda kendinde bir varlık görmemelidir.
Mürşidine bir hediye vereceği takdirde gizli vermeli, ikramını mürşide açıklamamalı, doğrudan doğruya mürşidine vermeyip hizmetçisine teslim etmelidir. Mürşidine vermek istediği hediyeyi malının en iyisinden vermeli, kabulünü minnet bilmeli ve bundan dolayı Hak Te’âlâ’ya şükr etmelidir.
“Benden en az bir sâlih kulumdan utandığınız kadar utanın” hadis-i kudsîsine göre kendisini devamlı mürşidinin murakabesi altında hissetmelidir.) Son nefese kadar bu hâlini devam ettiren sâlik elbette son nefesinde, mürşidinin rûhâniyyetinin yardımıyla selâmetle rûhunu Allah (c.c.)’a teslim eder. Kabirde de sorgu meleklerinin cevâbını kolaylıkla vermek mümkün olur. Biiznillâhi te‘âlâ.
Malûm olduğu üzere şeytân mürşid-i kâmilin cisminden ve rûhundan kaçar. Yine bilindiği üzere ruhâniyyette perde, madde ve müddet yoktur. Kardeşlerimizden bazıları vefat eden müridin kabrine teveccüh edince kabirde mürşidin rûhaniyetini keşif ile görüp, ona imdâd ve teselliyet verdiğini ve kabir dehşetini teskîn eylediğini müşahede etmiştir. Bu işlerin kudretullaha âit olduğu şüphesizdir.
Kudret-i Hakk’a îmân etmek, îmânın başıdır.
Bu babda aklın tasarrufu ve te’sîri* bulunmadığına inanmalıdır.
“Bana, Rabbime ulaşmakta vâsıta ancak şeyhimdir” diye düşünerek hiç kimsenin kınamasından korkmamalıdır.
Beyit:
Tutagör yâr eteğin,
Ko, ne derse desinler…
Ancak şeyhine karşı bir hata yapmaktan korkmalı ve şöyle düşünmelidir: “Eğer beni şeyhim reddederse ondan evvelki dahî beni tard eder (kovar) ve bu tard ediş, silsile yoluyla Rasûlullah (s.a.v.)’a ulaşır.”
Mürşidinin uykusu, kendisinin gecelerini ihyâ etmesinden ve mürşidinin yemesinin, kendinin orucundan hayırlı olduğunu, onun bir nefeste yaptığı mânevî ilerlemenin, kendinin bütün ömründeki ilerlemesi kadar olduğunu bilmelidir.
Sâlik, çalışmasına güvenmeyip mutlaka Hakk’ın fazlına ve merhametine sığınmalı, dayanmalıdır. Bununla birlikte talep ve istek noktasındaki gayretini son noktaya vardırmalıdır.
Şunu da kayıt ve ilâve edelim ki mürid olan kimse, mürşidiyle irtibatı, hakikî sevgiyi ve hizmeti ne kadar arttırırsa o nisbette füyûzâta mazhar olur.
Ve sallallahu aleyhi ve ‘alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.
Da’vâhüm fihâ subhânek’ Allahümme ve tahiyyütüm fihâselâm. Ve âhiru da’vâhüm en’ilhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.
[1] Tevbe sûresi, 119. âyet.
[2] Buhârî, İlim 10; Ebû Davud, İlim 1; İbn Mâce, Mukaddime 17.
[3] Bu sözle mürşid, -hâşâ- peygamber seviyesine çıkarılmamakta, ancak muamele ve saygı yönünden nasıl hareket edileceği tarif edilmektedir.